Su Çürüdü

Ahmet Telli

1

Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca anahtar
deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. Yalnızlık 
hiç de tanrısal değil, görkemli değil. O yalnızca geçmişle 
gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta. 
Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir 
leke yalnızlık denilen. Şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan 
havayla ışıkta... (Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?)
Bütün belleğimdekileri yokettim. Elektrikli bir aygıyla yaktım, 
jiletle kazıdım. Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül
edip savurdum. 
        
        Adımdan gayrısını bilmiyorum. 
 
2

Zamanı yiyip bitirdi karanlık. Gece yoktu. Güneş çoktan
kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü. 
Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi
yırtıyordu. Saklayan kırbaç gibi... Acı duvarını aşan bu 
sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu
zorluyordu artık. Sesim yoktu. Karanlığın karnında yitirdim
sesimi. Kör bir kuyuda unutulan Yusuf'tum belki. Ama 
durmadan soruyorlardı. Tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri, 
peygamberler büsbütün hain çıkmıştı. Ama yine de soruyorlar, 
soruyorlar, soruyorlar...

        Adımdan gayrısını bilmiyorum.

3

Iki şeyi bilmek istiyorum. (Belki aynı şeyi iki kere bilmek 
istiyordum.) Duvarların rengi neydi? Derimin rengi neydi?
Dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla, 
dilimle dokunuyorum. Duvarların bir rengi olmalı. Ama hiçbir
duvarcının, hiçbir ressamın bu rengi bildiğini sanmam. Adı
yoktu bu rengin, kimyası yoktu. Belki renksizliğin rengiydi bu. 
Çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi...

       Adımdan gayrısını bilmiyorum.

4

Bir böcek gibi antenlerimi gezdiriyorum bedenimde. Anahtar
deliğinden sızan ölü ışıkta ellerime bakıyorum. Ellerim... Sanki 
bir kadının memelerini hiç okşamamış, sicaklığını duymamış. 
Ellerim... Her dizesi çığlık olan şiirleri hiç yaratmamış sanki. Ne
beyaz tenliyim artık, ne esmer, ne de kara... Cüzzamlının, 
vebalının bir rengi vardır. Irinin bir rengi... Ölünün bile bir 
rengi vardır ama derimin rengi yoktu. Belki çürüyen bir kentin 
rengiydi bu. Çürüyen bir dünyanın...

         Adımdan gayrısını bilmiyorum.

5

Killi, ayakları üzerinde duramayan bir yaratıktım artık.
Soyumun neye benzediğini unuttum. "Insana benziyorlardi"
diye duymuştum bir vakitler. Demek ki şimdi maymun 
halkasında insanlık...

        Adımdan gayrısını bilmiyorum.

6

Ağzımı anahtar deliğine dayayıp havayı emiyorum. Böcek
sokması gibi bir yanma duyuyorum boğazımda. Oysa kuru bir
yaprağı bile dalından düşürecek gibi değil bu esinti. Belki 
çöle dönmüş toprağa tek yağmur damlasının düşüşü yalnızca.
Çamur gibi bir yağmur damlası... Ama toprak, bu damlayla 
çatlatacak bağrındaki tohumu. Çöl, bütün vahalarını bu 
damlayla yeşertecek... Genzim yanıyor. Ince bir kan şeridi 
sızıyor dudaklarımdan. Kirli, sıcak ve simsiyah...

         Adımdan gayrısını bilmiyorum.

7

Suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde. Yetmiş iki gündür
sakındığım ve hergün ancak bir kere dudaklarımı
değdirdiğim... Dilimi bir köpek gibi değdirdiğim. (Dilin suya
dokunuşu... Bir süngerin denizi yutuşu yani. Bir çölün seraba 
kesilmesi bir an için.) Her gün ancak bir kere değdiriyorum
dudaklarımı suya. Dilimi kaçırıyorum artık. Sünger, bütün
vantuzlarını birden uzatmasın diye... Bataklıktaki suyun da bir
su yanı vardır. Çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir 
kokusuna. Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi
artık. Küstü, öldürdü kendini su...
Su çürüdü...

       Adımdan gayrısını bilmiyorum…

Kaynak: Kalbim Unut Bu Şiiri